22 Aralık 2011 Perşembe

Gizli Anların Yolcusu-Ayşe Kulin’den “cesur!” adımlar…


Birkaç gün önceydi , büyük bir alışveriş merkezinde dolaşırken nihai durağım D&R beni kendine doğru çekti. Nedendir bilmem dvd ve kitap raflarının arasında sanki kaybettiğim bir şeyi arıyormuşcasına  kaybolabiliyorum saatlerce. Olan tabi eskaza yanımda gelme  hatasına düşenlere oluyor J

Yeni çıkan kitapların düzgünce dizildiği rafta Ayşe Kulin’in en son çıkan kitabına o sırada rastladım. Sanatın hiçbir dalında olmadığı gibi , edebiyatta da popüler olana karşı uzak duran , bunu da entelektüelliğin bir parçası sanan sanatçılardan biri değilimdir. Fakat buna rağmen bir türlü Ayşe Kulin okuma fırsatım olmamıştı.

Arka kapaktaki yazı dikkatimi çekti. “…Gizli Anların Yolcusu , pek çoğumuzun anlamakta zorlandığı, yargılamakta ısrar ettiği bir aşkın romanı…” Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki , insanlar aşkı meşki bırakın, varoluşlarıyla ilgili gerçekler başta olmak üzere bir çok konuda birbirini yargılamakta yarış içerisindeler. Benim esas merak ettiğim ise, iddia edildiği üzere anlamakta zorlanılan ve yargılanan bu aşkı yazarın hangi açılardan anlattığı ve ne kadarını anladığıydı.
Kitap olayların sonundan hikayeyi anlatmaya başladığı için aslında her şeyi önceden bilerek başlıyoruz okumaya. Daha kitabın ilk sayfalarında karakterleri bekleyen trajediyi öğreniyoruz.  Sonunu  önceden okuyucuya anlatarak bir hikayeyi merak unsurlarıyla bezemek, ilgiyi  ayakta tutmak oldukça zor bir yazar için aslında. Bir nevi Titanic hikayesini tekrar filme alarak izlenir kılabilmek gibi. Nitekim Ayşe Kulin bunu yapamamış demek doğru olmaz. Kitaba başladığım anda kendimi 400 küsür sayfalık metnin  yarısında buldum. Karakterler tanıdık, olay ilgi çekici, o sona nasıl gelindiğini, daha doğrusu yazarın hangi perspektiften baktığını merak ediyor insan doğrusu.
Bu noktada iki açıdan yaklaşmak istiyorum kitaba.
Biçimsel olarak değerlendirmek gerekirse; öncelikle bahsettiğim gibi kitap gerçekten çok akıcı, adeta başlamanızla bitirmeniz bir oluyor. Aslında bir yazarın tek kitabını okuyarak üslubu hakkında kesin bir yargıya varılamaz belki ama okuduktan sonra yazarın satış rakamlarının neden çok yüksek olduğunu, her kesimden her sosyal düzeyden insan tarafından bilinebildiğini daha iyi anladım. Çünkü kitap, hikayeyi sahiden “basit” bir dille anlatmış. Basit kelimesinde herhangi bir yadırgama yok, elbette her yazardan bir Woolf ya da bir Capote tavrı beklenemez, fakat onca sayfayı okuduktan sonra  bir gece yarısı hissettiğim şey bu akıcılık sırasında hiçbir şeyi tekrar okumadığım, tekrar düşünmediğim hatta durup kalmadığımdı. Bu iyi mi kötü mü elbette herkesin kendi tercihi. Tabi ki sanatta illa ki zor olan karmaşık olan daha iyidir diye bir şey söylemek söz konusu değildir. Belki de daha büyük kitlelere ulaşmak için bu yöntem daha doğrudur, ama tercih sebebi midir, orası tartışılır.
İçerik olarak değerlendirmek gerekirse; bu noktada söylenecek çok şey var. Evet, arka kapak yazısında da üzerine bastıra bastıra belirtildiği gibi, kitap yadırganan, yargılanan bir durumu anlatılıyor ve bu gerçekten de zor bir iş. Hele ki bizim ülkemiz gibi farklılıkları yadırgayıp ayıplamanın marifet sayıldığı, bunun üzerinden reyting ve siyaset  yapılan bir ülkede, böyle bir taşın altına elini koymak büyük bir cesaret. Fakat… Burada mecburen fakat demek zorundayım çünkü kitabın sayfaları ilerledikçe, açıkçası kaş yapayım derken göz çıkarıldığını düşündüm.
Kitapta “farklılığıyla” tanımlanan karakterin bu farklılığına neden olarak küçüklüğünde yaşadığı tacizler gösteriliyor. Kitabın birçok sayfasında, bu farklılık “o yolun yolcusu olmak”  şeklinde nitelendirilmekle birlikte, karakterin yaptığı şekilde kendini geliştirmek, zincirlerini kırmak, iyi eğitim almak ve yeni bir hayat kurmak bile aslında neredeyse negatif olarak gösterilen bu yönünü pozitif hale getiremiyor. Yani bir diğer değişle, ne yaparsanız yapın, iyiyseniz iyi, kötüyseniz kötüsünüz, boşuna kırmaya çalışmayın kaderinizi demenin başka bir yolu sanki. Bunlar yetmezmiş gibi, kitabın sonlarına doğru ilerledikçe bu farklı olan karakterin aldatması, seçtiği yolun doğal bir getirisi , mutlak bir sonucu olarak ima ediliyor. Sonuçta da trajedi…
Öyle hassas noktalar ki bunlar, bir sanat eserinde bir konuyu savunmak ya da savunmamak yaratıcının kendi tercihidir. Fakat ne yazık ki kitap, farklılığı savunmak ya da farklılıkları incelemek gözler önüne sermek yerine farklılıkları ötekileştiriyor bir yerde. Geriyeyse, bir çırpıda bitmiş bir kitap, biraz huzursuzluk, biraz rahatsızlık, biraz da gözyaşı kalıyor.

BARIŞ KEREM BAHAR
23.12.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder