Bazı isimler , bazı mekanlar özeldir
kimileri için. Mesela hep düşünmüşümdir Virginia Woolf yaşasaydı ve sohbet etme
fırsatımız olsaydı acaba kitaplarını okuduğumdaki gibi etkilenir miydim, ya da
Audrey Hepburn göründüğü gibi içten ve sıcak mıydı, bir kahve içer miydi benimle
kahvaltıda… Gidilmemiş yerler de hep gitmeden once insanın içinde tuhaf bir his
uyandırır , merak , beklentiler , muhtemel hayaller gibi… Bir müzisyen için
sanırım mabet olarak görülebilecek bir yerdir Teatro alla Scala. Sadece yüksek
düzeyde gerçekleştirdikleri temsiller açısından demiyorum , o koridorlarda
dolaşmış Maria Callas Leyla Gencer gibi starlarla aynı koridorlara ayak basmak,
o görkemli meşhur binayı görmek, gözalıcı salonda şöyle bir etrafa bakıp iç
geçirmek her sanatçının yapılacaklar listesindedir şüphesiz.
Bu
sene İtalya’da yaşıyor olmanın avantajıyla olabildiğince fazla temsil izlemek
için fırsat kollamam da kaçınılmazdı elbette. Bilet bulmanın ne kadar zor
olduğunu anlamak için çok uzun bir sure
geçmesine gerek kalmıyor İtalya’da. Nitekim satışa çıktığı gün sabah
saatlerinde uygun fiyatlı diye nitelendirebileceğiniz biletler bile 5-10 dakika
içerisinde tükeniyor. Yani yarın bir opera varmış , haydi gidelim
düşüncesindeyseniz , ve eğer hala bilet bulacak kadar şanslıysanız ufak çaplı
bir servet ödemek zorunda kalabiliyorsunuz.
La Scala’da izlediğim ilk temsil , Alman
besteci Zimmermann’ın (1918-1970) Die Soldaten Operası oldu. Eser İtalya’da ilk
kez sahneleniyordu bu sezon. Die Soldaten , Alman besteci Bernd Alois
Zimmaermann’ın tamamladığı tek operası. Librettosu da bizzat kendisi tarafından
Jakob Michael Reinhold Lenz’in aynı adlı tiyatro oyunundan birebir uyarlanmış.
Dört perdelik opera , Cologne Operası’nda 1965 yılında yapılan prömiyerinin
ardından Almanya, İngiltere , New York ve Tokyo’da sahnelenmiş. 17 Ocak 2015’da
Teatro alla Scala’da izlediğim temsil ise eserin İtalya prömiyeriydi aynı zamanda.
Die Soldaten |
Devrim öncesi Fransa’sında savaş travmaları
içerisinde kadın erkek ilişkilerini temel alan eser enteresan konusunun
yanısıra müzikal açıdan oldukça ilginç
bir yapıya sahip. Eserde jazz armonileri , 12 ton tekniği , elektronik altyapılar
hatta J.S.Bach’ın St. Mathew Passion’undan ezgilere bile rastlamak mümkün.
Sahnede 16 şarkıcının yanı sıra 10 konuşan karakter yer almakta , sandalyeleri
ve masaları perküsyon olarak kullanmakta. Orkestra ise oldukça kalabalık.
Klasik orkestra çalgılarının yanı sıra sahne üzerinde ve çevrede(La Scala’da
sahnenin hemen sağ tarafındaki birkaç balkon locası kullanılmıştı) 100 ü aşkın
sanatçı çalmakta. Bunun haricinde sahnede speakerlar ve projeksiyon cihazları
da kullanılmakta. Kimileri Alban Berg ile karşılaştırsa da , gerçekten farklı deneyimlenmesi(mümkünse
canlı olarak) gereken bir eser, tam olarak bir kalıba koymak , tanımlayabilmek
kolay değil. Açıkçası gerçekten iyi bir sahneleme gerçekleştirildiğini
düşünüyorum. Rejideki kalabalık mastürbasyon sahneleri , çıplaklık ve oldukça
zor partileri olmasına ragmen çokça hareketli oyun verilen solistler
düşünüldüğünde belli ki rejisör Ingo Metzmacher cesaretli davranmayı tercih
etmiş. Sahnenin arka planında yer verilen atların bir gövde gösterisi
yapılmadan kullanılması , dekorların
dönüşümü , özellikle final sahnesindeki ışık kompozisyonunun yarattığı atmosfer
, prodüksiyonun en dikkat çekici ve takdir edilesi unsurlarındandı benim için.
Sonuçta sahnelenmesi ve izlemesi çok da
kolay bir eser değil , karmaşık yapısı, oldukça dikkatli bir izleyici istiyor.
Belirtmek gerekir ki besteci 1957 yılında
eser üzerine çalışmaya başladığında , izleyici etrafındaki 12 sahnede
gerçekleştirilecek bir şekilde planlama yapmış fakat bunun imkansız olduğu
belirtilince vazgeçmiş. Her ne kadar bu plan , dünyadaki diger sahnelerde
sahnelenmesini imkansız kılacak olsaydı da , insan merak etmeden edemiyor acaba
bu karmaşık eser daha farklı bir yapıya otururmuydu, sonuç ne olurdu diye.
Belirtmem gerekiyor ki İtalyan’ın bu denli farklı bir yapıda olmasına ragmen
esere ilgileri ve sonrasındaki eleştirileri oldukça yüksek ve olumluydu.
Diğer izlediğim temsil ise G. Verdi’nin
Aida operasının prömiyeriydi. Zubin Mehta yönetimindeki eserde orkestra şefi
oarak ilk düşünülen isim vefatından once Lorin Mazel’miş. Elbette tek başına
Mehta ismi bile istem dışı ayaklarınızı Scala’ya doğru yöneltiyor. Bir de belirtmek
gerekir ki İtalyanların Verdi başta
olmak üzere İtalyan besteciler konusunda ciddi bir hassasiyetleri var. Buna
daha once de Roma’da izlediğim Verdi’nin
Nabucco prömiyerinde şahit olmuştum. Verdi onlar için sadece bir besteci değil
, aynı zamanda tarihsel önemi yüksek olan değerli politik bir figur. Eserleri
çok iyi biliyorlar , dolayısıyla İtalya’da opera izlemek istenildiğinde çıtanın
yükseltilmesi açısından Verdi çok akıllıca bir seçim diye düşünüyorum.
Aida |
Eseri sahneye koyan Peter Stein, bir
tiyatro rej.sörü olduğunu hemen hissettiiriyor. Alman rejisör , aslında klasik
bir anlatım tercih etmiş , dönemden genel hatlarıyla çıkmamış , ikinci
perdedeki güneş ve final sahnesindeki mezar konsepti özellikle çok akıllıca
kurgulanmış , kostümler oldukça gözalıcı fakat Aida izliyorsunuz diye arka
planda mısır piramitleri bekliyorsanız , boşuna beklemeyin , bunun için Arera
di Verona’daki daha turistik ve klasik sahnelemeleri tercih etmeniz
gerekecektir.
Bahsettiğim gibi İtalyanlar’ın Verdi ve
opera sevgisi başka bir boyutta , eserleri çok iyi tanıyorlar ve sahipleniyor.
Aida’nın en son genel provasında 3. Perde başlayacağı sırada balkondan bir
seyirci , Mehta tam elini kaldırmadan önceki sessizlikte “Maestro , 2.
Perdedeki dans sahnesini unuttunuz galiba!!!” diye bağırarak müdahale etti dersem
ne demek istediğimin anlaşılacağını sanıyorum. Sonradan ekipten öğrendim ki ,
bahsedilen sahnenin kalkması, Mehta’nın tüm gönülsüzlüğüne ragmen Stein’ın
tercihiymiş. Bu noktada anlaşılıyor ki Zubin Mehta da olsanız , bazı kararları
tek başınıza alamayabiliyorsunuz, yani genelde bizim ülkemizde alışkın
olduğumuz tek başıma karar alırım ,
diğerleri de bana uyar zihniyeti, İtalya’da pek geçerli değil.
Aida |
Benim için bir operayı izlerken kurumun
kalitesini en çok orkestradan anlamak mümkündür. Çünkü solistler değişebilir ,
çoğu zaman ani değişiklikler yaşanabilir (ki bu temsilde de son dakikada
rahatsızlığını bildiren tenor yerine , 2. Solist yerine geçmişti.) dolayısıyla
solistlerin başarıları daha”bireysel” olarak nitelendirilebilir. Ama orkestra
ve koro , beraberlik ve müzikalite açısından kurum kimliğini daha kolay
anlamanızı sağlar. Nitekim La Scala’nın en önemli özelliklerinden biri kusursuz
koro ve orkestrası. Uvertür ve 3. Perde girişindeki yaylıların partisyonları yabana
atılacak türden değildir. Zubin Mehta gibi bir efsanenin de etkisiyle
birleşince ancak böyle harika bir sonuç orataya çıkabilir. Aynı şeyi 1.
Perdenin ikinci sahnesindeki koronun ensemble düzeyi için de söyleyebilirim.
Zubin Mehta |
Ancak , Aida temsilinden en çok ne aklında
kalacak , en çok ne tatmin etti derseniz , vereceğim tek cevap var… Amneris
karakterini canlandıran Anita Rachvelishvili… Gürcü mezzosoprano öyle bir
performans sundu ki deyim yerindeyse koltuklarımıza çivilendik, doğruyu
söylemek gerekirse. Henüz sadece 30 yaşında olduğunu eser bitiminde internetten
yaptığım araştırmada gördüm ve şaşırdım. Bu yaşta bir mezzo için inanılmaz
sağlam ve oturmuş karakteristik bir sese sahip. 2007 yılında girdiği La Scala
akademisinde Leyla Gencer ile de çalışmış olan sanatçı aynı zamanda Ülkemizde
gerçekleştirilen 5. Leyla gencer Şan Yarışması’nda 3. Olmuş. Aida sevdiğim bir operadır ama evde yalnız
kaldığımda haydi bir Aida cd si koyayım diyecek kadar ön sıralarda değildir
benim için. Daha önceki deneyimlerimde de bu karakter bu denli ilgimi
çekmemişti. Fakat Anita’nın performansı , sahne üzerindeki tutkusu sapasağlam
pesleri , sahne gücü gözünüzü bir an bile ayıramamanıza neden oluyor. Çıkışta
ilk işim Scala Shop’ta kendisinin kayıtlarına bakmaktı. Bulamadım , fakat en
azından ilgilenenler mutlaka sosyal paylaşım platformlarından ve alışveriş
sitelerinden bir göz atsınlar , Yolu İtalya’ya düşecekler için de bu sezon Mart
ayından itibaren La Scala’da Carmen operasında başrolde olacağını hatırlatmakta
fayda var.
Birbirinden oldukça farklı yapıdaki bu iki
eseri yakın aralıklarla Teatro alla Scala’da izledikten sonra sanırım ilk
izlenimim elbette La Scala’nın haklı bir şekilde efsane niteliğinde yoluna
devam ediyor olması. Bunun en büyük göstergesi daha once de belirttiğim gibi
kurumun kimliğini yüksek düzeyde izleyiciye aktaran kusursuz koro ve
orkestrası. Bu sene EXPO’nun Milano’da gerçekleşecek olmasının da etkisiyle yaz ayları dahil olmak üzere oldukça fazla sayıda ve
çeşitlilikte eserlerle dolu bir programları var. Sanatseverler www.teatroallascala.com adresinden
takip edebilirler. Bir sanatçı ya da sanatsever için en önemli şeylerden biri ,
o sahneden ya da salondan tatmin olarak ayrılmaktır, işte La Scala , günümüzde
bu tatmini yaşayabileceğiniz en önemli yerlerden biri, ertelememekte fayda var
…
BARIŞ KEREM BAHAR, 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder